İnsanlık için küçük bizim için DEV bir adım, oyun ablası 🤪

 


Heeeyyyy... Güzel bir gelişmenin eşliğinde yazıyorum. Bebem evde daha önce hiç görmediği tanımadığı biriyle oynuyor, hem de beni aramıyor. Son 1 saattir takılıyorlar salonda... hahah varlığımı umursamadı bile J

Ben de ilk 1 saat yanlarında takıldım ve sonrasında kenardan kenardan uzadım, onları duyabileceğim yakın odaya geldim. Kitap okudum, çay içtim, bilgisayarı açıp yazdığım yazıyı yükledim.

Veee şimdi yenisini yazıyorum, inanılmaz ama gerçek! İnsanlık için küçük ve bunca zamanı bitişik yapışık geçirdiğimiz bebemle benim için büyük adımlar...

Bunun için de bir plan yapmalıyım aslında. Bu zaman da kıymetli ve sınırlı bir zaman olabildiğince iyi planlamalıyım! Ayyy çok heyecanlı... Gazımdan belli oluyordur.

Şimdi öncelikle yazma işine daha çok odaklanmalıyım, hele de bilgilendirme içerikleri açısından hem konuları, hem de takvimi belirlemeye ihtiyacım var. Sonrasında da işe koyulmaya...

Geçen haftalarda temizlik için gelen teknik destekle biraz olsun içim ferahladı, tabi ki ev her haliyle uçuyor ama bununla yaşayabiliyorum. Zaten özü düzenli tertipli bir insan olmadığım için belli bir seviyeye kadar rahatsız olmuyorum. Sadece o seviye sonrasında herşey birden üstüme üstüme gelip de batmaya başlayınca içinden çıkamaz hale geldiğim için bunalıyorum...

-------

Aradan günler geçti ve biz oyun ablamızla bir kere daha buluştuk ve ben tek başıma bu sefer daha uzun süre geçirebildim.

Haftada 2 kere devam edeceğiz şimdilik. Bunu aslında hem bebem hem de kendim için bir geçiş olarak düşünüyorum. Benim kendime vakit ayırmanın yanı sıra bir yandan da onun benim dışımda (yani aileden olmayan biriyle aslında) birileriyle rahatça vakit geçirebilmeye alışması açısından kazan-kazan durumu şimdilik.

Miniko genel olarak sakinlik seven bir çocuk, öyle coşkulu, abartılı, bağrış çağrışlı ortamlarda bir adım geri gidiyor. İnsanlara yaklaşırken de bunu gözetiyor. Yüksek perdeden konuşan, tuhaf kahkahalar atan insanlara yanaşmıyor mesela. Şansımıza ilk denemede oyun ablası da onun tercih edebileceği gibi birisi çıktı, sakin, konuşkan ve eğlenceli. Onunla vakit geçirirken bana seslenmedi 2 seferdir. Sadece 2. Seferde oyun oynarken benim bulunduğum odada beni bilgisayar başında görünce biraz dikkati dağıldı haklı olarak. Onun dışında atıştırmalıkları servis etmek ve günün kapanışını yapmak dışında pek yanlarına uğramadım bu sefer. Benim açımdan gayet verimli bir zamandı. Hatta bir an boşa düştüğüm anlar bile oldu, “napacaktım ben ya?” Neyseki neşeli sesini yan odadan duymak iç ferahlatıcı ve sürekli teyakkuzda olmadan başka birşeylere odaklanabilmek harika! J

Aslında bu süreç biraz ön hazırlık gibi; zaman daralıyor ve işe başlayacağım zamana hala aylar varmış gibi görünse de bu sürenin göz açıp kapayıncaya kadar geçeceğini biliyorum ve artık buna dair planlamaları da yapmak zorunluluğu karnımda bir kasılmaya ve omuzlarımda bir ağırlığa dönüşmeye başladı bile. Bu süreçte de belirsizlik oldukça büyük aslında. Zira bakıcı fikri bana pek iyi gelmiyor, hem bana gelişimsel olarak riskli geliyor, hem de en kıymetlimi pek de tanımadığım birine bırakabilmeyi henüz içselleştirebilecek rahatlıkta değilim.

Diğer taraftan da zaten annesi ve babasının toplamından daha sosyal bir çocuk neredeyse 1,5 yıl çok az insan gördü, sonrasında da sınırlı olarak sosyalleşebildi türlü sebeplerden ötürü. Şimdi bir okul ortamının ona iyi geleceğini düşünüyorum. Hem de başka çocukları görüp arkadaşlık etmeyi, beraber oyun oynamayı, belki çatışmayı, hatta ileride çatışmaları çözmeyi deneyimleyeceğini düşünüyorum.

Aslında aklımdaki okul fikri biraz fazla ideal ama hem maddi olarak, hem de lokasyonların İstanbul’da bize ters olma durumundan ötürü çok mümkün görünmüyor. Zaten de aktif aramaya başlamadım. Çünkü işe hangi lokasyonda başlayacağım belli değil ve nerdeyse 2,5 yaşında bir çocuğa gün içerisinde ulaşmak gerektiğinde uzaklık kriz yaratabilir. Değil ki yaka, mahalle bile kritik aslında ama işte çok fazla belirsizlik olduğu için arayışa geçmekte zorlanıyorum. Kafamda oturtamadım çünkü.

Sanırım oyun ablası ile yaz ilerleyene kadar bir yol oturturuz, sonrası da zamanla “kervan” mantığı ile ilerleyecek mecburen. En azından ben işe başlamadan 1-1.5 ay öncesinde başlarsa kreşe alışma sürecini daha az gerilerek ve daha az stresle atlatırız ikimiz de.

Diğer bir durum da tabi “meme!” Henüz bırakmaya ikimiz de hazır değiliz bence, uyku olayı doğrudan ona bağlı olduğu için bizi daha da zorlayacak hissindeyim. Psikolojik olarak bu zorlanmaya kendim de hazır değilim. Geri dönüşler yaşamak da meme bırakma sürecinde en büyük yanlışlardan olur kanısındayım. Bir taraftan da gümbür gümbür gelmiş olan bebeklikten çocukluğa geçiş buhranları. Öfke nöbetleri ve havada uçuşan “HAYIR”lar. Olabildiğince onun kendini kanıtlamasına fırsat vermeye gayret etmekle beraber bazen ikna için dil dökmekten aşırı yoruluyorum.

Çok sevdiğim deneyimli bir annenin ifadeleriyle “kendi isteğinin olduğunu, birey olarak kabul gördüğünü hissetsin diye ara ara gereksiz karar noktaları oluşturarak ona sorup, onun istediğini yapmak”. Elimden geldiğince yapmaya çalıştığım bu lakin sürekli yapabildiğimi söylemek büyük bir yalan olur. Zorlanıyorum, ikna etmekte veya bazen öfke nöbetleriyle başetmekte... Temel bakım ihtiyaçlarında direniş özellikle zorluyor beni... Yemek, bez değişimi, banyo gibi... bir taraftan olabildiğince hayır demeyeye çalışırken bir yandan da onun farkında olmadığı ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmak zorluyor gerçekten.

Neyse yine konu baya dağıldı, ama bu yaz hem hızlı hem hareketli geçecek gibi duruyor...

Sağlıcakla,

 


Çokça boş düşünme...

 


 

 

Bu hafta çokça boş düşünme, atalet ve tembellikle geçti. Bir de akılda olmayanlarla planların efsanevi karşı karşıya gelişleri tabi ki…

Yazmak da içerik oluşturmak da ve hatta temellerini atmaya çalıştığım işim için bildiklerimi yazıya dökmek de o kadar gözümde büyür hale geldi ki... Nedenini tam anlayamadım, anlasam belki geçmesinibekleyeceğim veya çözmeye çalışacağım. Bilemediğim için, kafada kurup kurup birşey yapamamak ya da “yapmam lazım”lar içerden kafama kafama vururken kolumu kaldırmak istemeyişim sinir bozucu oluyor.

Biraz da uyku gerilemesi vurdu sanırım beni, gün içerisinde evde basit işleri yapıp tam oturayım derken genelde bir çağrı ile bebeme dönüyorum. Ya da “dur bir kaç sayfa okuyayım, bir çay koyayım” dediğimde aynı çağrı gelebiliyor.

Şimdi ise pazarın şu son saatlerinde bebemle beyim aşağıdayken bari oturayım da üstümdeki tozu silkeleyeyim dedim.

Yazmanın bir sistematiğini çözebilmek gerek belki de. Ona dair de okumalıyım belki de ama ne zaman nasıl?

Diğer taraftan duygusal yeme olduğunu düşündüğüm durum üzerine de kafa yoruyorum bu ara. Çözmek için değil de anlamak için aslında, çünkü anlamam lazım ki çözümüm doğru olsun. Üzerine bir odaklanınca ilk farkettiğim bebem yokken veya uyurken ben mutlaka birşey yemeliyim, birşey içmeliyim gibi bir telaşa düşüyorum. Acaba düyorum bilinçaltımda aç kalma korkusu mu oluştu? Ya da başka birşey mi oldu? Hiç birşey olmadıysa bile kesin birşey oldu ?!?! ve yalnızken (veya bebem yokken diyeyim) ben kendimi sürekli ağzıma birşeyler tepelerken buluyorum. Yediklerim öyle süper sağlıksız şeyler olmasa da bu kadar yiyerek b.kunu çıkarıp da faydalı kalmasını beklemek de anlamsız olur. Sağlıksız değil yediklerim dedim ama çukulatalar hariç. Bir paketini bir hafta yediğim çukulataları bir oturuşta yer hale geldim ama bitter çukulataya da sağlıksız demek içimden gelmedi şu an. Ben demeyim ama siz derseniz de içinizden diyin tamam mı:P

Geçen hafta bir gece kendime özbakım listesi yaptım. Yüzümü yıkadım mı? ile başlayan, kremlenmekten, süslenmeye, içtiğim su bardağı sayısına ve sonrası gece yatışta diş fırçalamaya kadar gün içerisindeki akışa uygun maddeler. Tiklemek için değil de farkedebilmek için aslında. Her akşam yatmadan listeyi elime alıp yaptım yapmadım diye bir göz gezdiriyorum. Kendimce bir farkındalık oluşturmaya çalışıyorum gibi.

Diğer taraftan da okuma randımanım çok düştü, aynı zamanda günlük yazma ritüelim de neredeyse kayboldu. Bayramdaki düzen bozulmasını dönüşte toplayamadım, bir de hala yoklamaya devam eden o tükenmişlik hali ve küskünlükle beraber pek güzel bir kombo olmadı sanırım. Zinciri kırma dedikçe zincir parça pinçik oldu velhasıl.

Evde kalem de, defter de çok başlarım yine bir ucundan... Bir de biraz saftiriklikle birlikte iflah olmayan bir umut insanıyım sanırım, az biraz toparlanınca iyi oldum sanıp bana iyi gelen, uzun vadede kendilik işçiliğimde yapı taşı olduğunu düşündüğüm şeyleri ihmal ediyorum.

Kapı çaldı, bana ayrılan sürenin sonuna geldim, bir ara postu yaparım işallah J

Sağlıcakla,

 

Bedenim Ne Diyor?

 

 

 

Eveeet haftalık yazma saatime hoşgeldimJ Bu haftanın ortasında sürpriz bir deşarj ile haftamın geri kalanı nispeten daha kolaylıkla geçti. Tabi haftamın kolay geçmesine bir sebep de beklentimin artık çok düşük olması, neredeyse sıfır yani...

Bu beklentisizlik sürekli olabilir mi? Olursa nasıl olur konusunu düşünüyorum zaman zaman... Çünkü bu beklenti düşmesi aynı zamanda umudun ve inancın da da azalmasına sebep oluyor bana göre. Bazı şeyler varmış gibi ama aslında yokken bu duruma öfkelenip kendimi doldurmak yerine zaten olmadığını kabule dönüştürüyorum durumu. Öfkeli olma durumu onunla alakalı olmasa da Miniko’ya yansıyordu, bunu görmek de beni ayrı yaralıyor. Çünkü bilinçli yarattığı bir durum hemen hemen hiç olmasa da yine dönüp dolanıp onun hayatını etkileyen durumlara dönüşmesi gerçekten üzüntü verici. Yani belli bir standardı tutturmak benim için zorunlu desem yanlış olmaz heralde.

Bu hafta aslında covid sürecimi ve sonrasındaki ruhsal karmaşamı anlatasım vardı ama girizgah yine beni başka bir yere götürüverdi.

Bu hafta beni birçok açıdan etkileyen ve bana ilham olan canım Damla Çeliktaban’ın Masallarla Derine çalışmasındaki bir masal akşamıydı. Aslında masal dedim ama bu hafta masal yerine bir konu vardı, hepimizi içinde yaşadığımız bedene bir bakmaya davet eden: Neşeli Beden KKK’dan... Miniko’nun uyku saati ve uykuya direnç nedeniyle çemberdeki görünürlüğüm biraz gecikmeli olsa da haftalardan beri sesini çıkarmayan ben, bir anda el kaldırdı ve çembere kendinden birşeyler bırakmak istedi. Bedenimle ilişkimi düşündüm... Sanki bedenimi daha yakından tanımışım gibi geldi hamilelik ve doğum sürecinde, sonra bir dank etti ki şu an bedenimle ilişkim o kadar zayıf ve o kadar uzak. Resmen bedenime bir alet edevat gibi davranıyorum gibi, hatta onu bile yaparken bakımını onarımını ihmal ediyor gibiyim. Biraz konuştukça sesim titredi, ağzım yüzüm kaymaya başladı ama yine de konuşabildim. Aslında bedenime iyi bakmayı bildiğimi ancak son dönemde (ne zamandan beri tam bilmiyorum) bazı zamanlarda resmen ağzıma tepeleyerek yemek yediğimi anlattım. Epeyden beri hep bu tarz yemelerimi emzirmeye bağladığımı ve hatta belki de onun arkasına sığındığımı ama tam olarak bundan olup olmadığından artık emin olmadığımı ve hatta duygusal yeme olduğunu düşündüğümü anlattım. Bir yerlerde eski beni kaybettiğimi ama nerelerde, ne kadarını bıraktığımı bilmediğimi söyledim. Ve bu süreçte yazmaya başladığımı, zehir zemberek içimden gelenleri yazdığımı anlattım. Yazdıklarımın da etrafımdakileri pek memnun etmediği aşikar dedim. (Başka neler dedim anımsamıyorum ama kabaca bunlar döküldü dudaklarımdan... )

Sonra canım Damla beni 2 cümleyle ve tüm mevcudiyetiyle beni nasıl da anladığını, desteksiz kaldığımı duyduğunu söyleyerek beni onayladı. Offff!!!! Bunun yarattığı etkiyi kelimelere dökebilmem çok zor ama sonucunu yazabilirim: bir anda pıtır pıtır dökülen gözyaşları! Derken çemberdeki can kadınlar/anneler de beni “duydular!”, ah ne kadar kıymetliydi... Ağladım ağladım ağladımmmm... Ohhhh.... döküldü biraz içimdeki zehir...Sonra uyudum.. Sabah aylar sonra ilk defa “iyi” uyandım ve hatta bebeğimden önce uyandım, uyumuş gibi uyandım yani J

Ben bedenimde aslında bazı tıkanıklıkları veya olumsuzlukları hissederim ama anlamlandırmak ve o hissin neden olduğunu haritanlandırmak her zaman mümkün olmayabiliyor. Uzun zamandan beri sağlıklı beden, sağlıklı döngüler üzerine bir farkındalığa sahip olduğumu söylesem heralde kendimi övmüş sayılmam. Ancak farkındalık mereti o farkettiklerinin gereğini yapamazsan bir lanete dönüşüyor. Farkedip de yap(a)madıklarının altında eziliyorsun. İşte ben bu ara kendi adıma bedenime gereği gibi davranamadığım ve hatta özellikle beslenme açısından duygusal yeme bozukluğu gibi birşeye doğru adım adım yaklaştığımı gördükçe bütünsel olarak çözülmesi gereken durumlarla da yüzleşmem gerektiğini anladım.

Neresinden neyi nasıl çözeceğime dair pek bir fikrim yok açıkçası. Yazdıkça bir yerlere ulaşabilirim diye umuyorum ama bir tek buna bel bağlamak da muhtemelen mantıklı değil. Neyse araştırmaya, kendimi dinleyip, gözleyip yazmaya devam...

Sağlıcakla,


Ba(ğ)zı farkındalıklar...

 Dün üzerine düşünmek üzere bana yöneltilen 2 soru üzerine yazacağım.  "Yaratıcı özdeğerinin düşmanı olduğunu düşündüğün kim var? Veya ...