Dolu bardağa bir damla


 

Bebeğim dünyaya geldiğinden beri sanırım kendimde gözleyebildiğim en büyük değişim tahammül sınırlarımın genişlemesi ve baya toleranslı bir insan haline gelmiş olmam diyebilirim. Bunda elbette hormonların etkisi çok büyük ve fakat bu marifeti sadece hormonlara yükleyebilmek mümkün olabilseydi hayat daha kolay olabilirdi ve çabasız olarak zaten sabır küpü ebeveynler olabilirdik.Ancak ne yazık ki pratik hayat bu kadar doğal yollardan işlemiyor. Hani o “bir çocuğu yetiştirmek için bir köy gerekir” lafı var ya o köyümüz zaten hiç yoktu ama pandemiyle beraber köy olmasa da eş-dost ihtimali dahi ortadan kalktı. Ve bu durumda kendimi hazırlamak, koşullara karşı bir tavır ve duruş belirlemek için okumak, okumak ve okumak dışında işe yarayan bir yöntem kalmamıştı elimde. (Biz (sizi) kitapla mı büyüttük diyenler elbette olacaktır ama muhtemelen onlar bu derece kronikleşen yalnızlık ve izolasyonun esiri olmamışlardır, oldularsa da bunu tercih etmemiş olmaları veya bunu seçenek olarak dahi düşünecek bir durumun –belki farkındalığın- olmaması da ihtimal)

Neyse yine dağıtmaya meyilliyim mevzuyu... “Daldan dala” durumu iyice yapıştı üzerime, kafamı toplayıp düzenli yazacağım zamanlar da olacak, inanıyorum.

Son zamanlarda ise sabırmetremin sınırlarını zorladığımı hissediyorum. Önceki yazılarda da anlattığım gibi bir çok açıdan baya baya zorlanıyorum. Bu durum esas etkilemesi gerekenlerden çok bebeğimi etkiliyor.

Şu zamana kadar onun için tehlike içermeyecek şeyler haricinde kendisine hep keşif alanı tanımaya ve hayır dememeye gayret ettim. (hiç demedim diyemem ama dememek için çabaladım) Ama son zamanlarda aniden parlayarak hayır dediğim zamanlar o kadar çok ve o “hayır” ağzımdan çıktığı andan itibaren yarattığı vicdan azabı ve bebeğimin anlam veremediği bakışlarını kelimelerle ifade etmek o kadar zor ki. İlk başlarda nedenini tam anlayamasam da şimdi biliyorum: artık benim kabım dolmuş ve boşaltmak için desteğe ihtiyacım var, alana ihtiyacım var, görülmeye, duyulmaya ihtiyacım var.

Yazmaya başlamamın esas sebebi de bu... Aralıktan beri –olabildiğince- düzenli olarak her gece uykumdan feragat etme pahasına tamamlamaya çalıştığım, ritüel haline gelsin diye uğraştığım. Bunda bile zorlandığım çok durum oldu, önceleri bebeğimin yakınında olmak adına yerlerde iki büklüm oturduğum zamanlar, sonrasında (o meşhur kamera açılımının etkisiyle) masaya geçiş ama masanın genel kullanımda olması nedeniyle önce yerleşmek sonra toplamak, hatta bazen masayı çalışılabilir hale getirmek için ön hazırlık yapmak.

Tüm bunlar ne için? Kabımı biraz olsun taşmadan taşıyabilir miyim? Olmaya çalıştığım anlayışlı, toleranslı anneye yakınsayabilir miyim? Mental sağlığımı koruyabilir miyim? Etrafıma karşı daha stabil bir duruş sergileyebilir miyim? Sürdürülebilir bir ebeveynlik yapabilir miyim?

Bu yazdıklarımı sadece yazarak yapabilme ihtimalim yok! Mümkünsüz! Şimdiye kadar gördüğüm destek ile beklediğim arasındaki fark uçurum... Olan kısmı da zaten varlığına güvenecek kadar değil, yani bazen var, bazen yok. Bunu sadece iş bölümü olarak söylemiyorum elbette. Çok daha fazlası, bazen sadece basit bir sohbet, bazen sadece “insan” olduğunu hissedebilmek, bazen bütün gün üzerimde, omuzumda hissettiğim yükün en azından 1-2 saatliğine paylaşılması ve en azından bu konuda kaygılanmamın gerekmemesi. Zaten koşulların ziyadesiyle yalnızlaştırdığı bir durumun içindeyken yazdıklarımın basit bir şımarıklık gibi görülüp sırtımın sıvazlanmasından fazlasına ihtiyacım var.

Şimdiye kadar sesim çıkmıyordu, şimdi nooldu? Artık taşıyamıyorum, kendime ve bebeğime iyi gelmeme noktasına kadar doldum ve an itibariyle küçücük ayrıntılar bile beni tetikliyor ve aşırı öfkelendiriyor.

Kalbimde büyük bir ağırlık var işin özü, belki de hayal kırıklığı bir yara artık kabuk tutmuyor ince ince kanıyor.

Bu noktaya kadar yazdıklarımın pek az kısmı annelik ve bebek büyütmeye dair (bu aralar herşeye rağmen bana iyi gelen neredeyse tek şey bebeğim, kollarımdayken onu koklamak bile tek başına huzur kaynağı), esas anlatmaya çalıştıklarım ise annelik dışında da varolabilme, insan olarak duyulma, görülmeye ihtiyaç duymak ve tüm bunları mümkün kılabilmek adına alan açmak için verdiğim mücadeleye dair yazdıklarım...anlatabildiğimi umuyorum.

Karanlık yazılarım baya rutin hale gelecek gibi duruyor. Yine iyi gelmediği için yarım bıraktığım bir yazıdan sonra bu da baya karanlık oldu...

Neyse ünlü bir umutlu bir “Küçüksurat”ın dediği gibi “Geçse de yolumuz bozkırlardan, denizlere çıkar sokaklar”... J Bir bozkır çocuğu olarak çorak topraklarımı yeşillendirmeye çalışmaktan yılmayacağım!

Sağlıcakla,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ba(ğ)zı farkındalıklar...

 Dün üzerine düşünmek üzere bana yöneltilen 2 soru üzerine yazacağım.  "Yaratıcı özdeğerinin düşmanı olduğunu düşündüğün kim var? Veya ...